Araştırmaya göre, tüketim çılgınlığına kapılmayan, sade yaşama odaklanan bireyler, daha güçlü toplumsal bağlar kurma ve sosyalleşme fırsatlarını daha sık yakalıyor.
Kadınların, erkeklere göre sade yaşamı tercih etme olasılığı daha yüksek çıktı. Ancak bilim insanları bu farkın altında yatan nedenleri araştırmaya devam etmenin gerekliliğini vurguluyor. Çalışmaya katılanların ortalama yaşı 45, ortalama yıllık hane geliri ise 50 bin dolardı.
Araştırmanın yazarlarından Doçent Leah Watkins, tüketim kültürünün mutluluğu lüks ve pahalı mal ve hizmetlerle özdeşleştirdiğini, ancak bulguların tam tersini gösterdiğini belirtti. Watkins, maddeci bir yaşam tarzının ne mutluluğu ne de refahı artırmadığını, üstelik gezegenin sağlığı için elzem olan sürdürülebilir tüketime de katkıda bulunmadığını ifade etti.
Journal of Macromarketing dergisinde yayımlanan makale, sade yaşamın katılımcılara daha fazla sosyal katılım ve “anlam” duygusu kazandırdığını ortaya koydu. Araştırmanın diğer yazarı Profesör Rob Aitken ise, refahın kaynağının doğrudan maddi sadelikten ziyade, güçlü ilişkiler, sosyal bağlar, toplumsal katılım ve amaç duygusunun tatmininden geçtiğini vurguladı.
Harvard Yetişkin Gelişimi Çalışması da uzun yıllardır süregelen araştırmalar sonucu yakın ilişkilerin mutluluğun temeli olduğunu gösterdi. 85 yılı aşkın bir süredir devam eden bu çalışma, en mutlu insanların arkadaşları ve aileleriyle düzenli iletişimde olanlar olduğunu ortaya koydu.
Çalışmanın yöneticisi Dr. Waldinger, küçük bir mesaj, e-posta veya telefon görüşmesinin bile ilişkileri güçlü tutmada etkili olduğunu söyledi. Ona göre sosyal sağlık, tıpkı fiziksel sağlık gibi sürekli çaba gerektiren bir durum. Önceki çalışmalar ise sosyal medyadan ve internetten uzak durmanın ruh sağlığını olumlu etkilediğini göstermişti.